Gerçekçiler İçin Ütopya

Tarihin İronisi, sayfa 83-91

Çeviri: Duygu Akın

Zamanı 1795’e saralım.

Fransız Devrimi Avrupa kıtasına altı yıldır şok dalgaları gönderiyordu. Toplumsal hoşnutusuzluk İngiltere’de de kaynama noktasına erişmişti. Daha iki yıl önce Napoleon Bonaparte isimli genç bir general güney Fransa’da İngilizleri Toulon Kuşatması’yla ağır yenilgiye uğratmıştı. Bu da yetmezmiş gibi kıtadan tahıl ithal etme şansı olmayan ülke, kötü bir hasat yılı daha geçirmişti. Tahıl fiyatları yükselmeye devam ederken, devrim tehdidi de Britanya kıyılarına sinsice yaklaşıyordu.

Güney İngiltere’nin bir yerinde insanlar, baskı ve propagandanın hoşnutsuzluk dalgasını daha fazla önleyemeyeceğini kavradı. 6 Mayıs 1795’te Speenhamland idarecileri Speen’deki köy hanında toplandı ve yoksullara yardım konusunda radikal bir reform yapma kararı aldı. “Tüm yoksul ve çalışkan erkekler ve ailelerinin” kazancına, ekmek fiyatına endeksli bir oranda ve aile üyesi başına ödenmek üzere, geçim seviyesine yükseltilecek miktarda bir katkı yapılacaktı. Aile ne kadar kalabalıksa ödemeler o kadar fazla olacaktı.

O güne dek denenmiş ilk kamu yardım programı değildi bu, hatta İngiltere’de bile ilk değildi. Kraliçe Elizabeth döneminde (1558-1603) Yoksulları Koruma Yasası’yla iki yardım türü getirilmişti – biri, hak eden yoksullar içindi (yaşlılar, çocuklar ve engelliler), diğeri çalışmaya zorlanması gerekenler için. Birinci kategoridekiler, düşkünler evine yerleştirilmişti. İkincidekilerse açık artırmayla toprak sahiplerinin yanına yerleştirilmişti. Yerel yönetim de mutabık kalınan bir rakamı tamamlayacak şekilde ücretlere katkı payı veriyordu. Speenhamland sistemi bu ayrıma bir son verdi, tıpkı Nixon’ın 150 yıl sonra yapmaya niyetleneceği gibi. O günden itibaren muhtaçlar, kayıtsız şartsız muhtaçtı ve mahrumiyet içinde olan herkes destek alma hakkına sahipti.

Sistem İngiltere’nin güneyinde kısa sürede benimsendi. Hatta Başbakan Genç William Pitt sistemi ulusal yasaya dönüştürmek istedi. Program görünüş itibarıyla büyük bir başarıydı: Açlık ve darlık azalmış, daha da önemlisi isyan baştan engellenmişti. Ne var ki aynı dönemde kimileri yoksullara yardımın akıl kârı olup olmadığı konusunda şüpheleri kışkırtıyordu. Papaz Joseph Townsend, Speenhamland’den 10 yıl kadar önce, 1786 tarihli Yoksulları Koruma Yasaları Üstüne Tez’inde “Onları çalışmaya itebilen ve teşvik edebilen tek şey açlıktır; oysa yasalarımız asla aç kalmayacağını söylüyor,” uyarısında bulunmuştu. Bir başka din adamı Thomas Malthus, Townsend’in fikirlerini daha da geliştirmişti. 1798 yazında, Endüstri Devrimi arifesinde Malthus, gelişime giden yolda “aşılmaz görünen büyük zorluğu” tarif ediyordu. İkili bir önermesi vardı: (1) İnsanın hayatta kalması için yiyecek gerekir, (2) Cinsler arası tutku yok edilemez.

Vardığı sonuç mu? Nüfus artışı daima besin üretiminin üstünde olacaktır. Dindar Malthus’a göre Mahşerin Dört Atlısı’nın yeryüzüne inerek savaş, kıtlık, hastalık ve ölüm yaymasını engelleyecek tek şey cinsel perhizdi. Malthus gerçekten de İngiltere’nin 1349-53 arasında, ülke nüfusunun yarısını alıp götüren Kara Ölüm (veba) gibi korkunç bir felaketin eşiğinde gezindiğine inanıyordu.

Yoksullara yardımın sonucu öyle ye da böyle kötü olacaktı. Speenhamland sistemi insanları sadece evlenmeye ve olabildiğince çabuk ve verimli biçimde çoğalmaya teşvik etmekle kalacaktı. Malthus’un yakın arkadaşlarından ekonomist David Ricardo temel bir gelirin onları ayrıca daha az çalışmaya sevk edeceğini, böylece gıda üretiminin daha da düşerek, Fransız usulü bir devrimin İngiliz toprakları üstünde alevlenmesine katkı sağlayacağını düşünüyordu.

1830 yazının sonlarında öngörülen isyan patlak verdi. Ülkenin dört bir yanında, “Ya Ekmek Ya Kan” diye haykıran binlerce tarım işçisi toprak sahiplerinin hasat makinelerini parçaladı ve geçinmelerini sağlayacak ücretler talep etti. Yetkililerin tepkisiyse sert oldu ve 2.000 isyancı tutuklanıp hapsedilir veya sürgüne gönderilirken, bazıları ölüme mahkûm edildi.

Londra’daki devlet yetkilileri bir şeyler yapılması gerektiğini anlamıştı. Tarımsal çalışma koşullarını, kırsal kesim yoksulluğunu ve bizzat Speenhamland sistemini araştırmak üzere ülke çapında bir çalışma başlatıldı. Böylece o tarihe kadarki en büyük devlet araştırması 1832 baharında, yüzlerce mülakatçıyla yapıldı ve nihayetinde 13.000 sayfalık bir raporda derlenecek dünyanın verisi toplandı. Fakat ana fikir, tek bir cümleyle özetlenebilirdi: Speenhamland tam bir felaketti.

Bu Kraliyet Komisyonu araştırmasının ardındaki soruşturmacılar nüfus patlaması, ücretlerde azalma, ahlaksız davranışlarda artış… genel olarak İngiliz işçi sınıfının tam anlamıyla yozlaşması konusunda temel geliri suçladı. Dediklerine göre, neyse ki temel gelirin feshedilmesiyle şunlar olmuştu:

1 Yoksullar bir kez daha gayrete geldi.

2 “Tutumluluk davranışı” geliştirdiler.

3 “Emeklerine talep” arttı.

4 Ücretleri “genel olarak iyileşti”.

5 “Müsrif ve sefil” evliliklerde azalma oldu.

6 “Ahlaki ve toplumsal hayat koşulları her yönden gelişme gösterdi.”

Yaygın dolaşıma giren ve onay gören Kraliyet Komisyonu Raporu, bir devletin karmaşık bir karara temel oluşturmak üzere yaptırdığı sistematik veri toplama örneği olarak, yeni filizlenen sosyal bilimler dalında uzunca bir süre yol gösterici bir kaynak olarak değerlendirildi.

Karl Marx bile otuz yıl sonra başyapıtı Das Kapital’de (1867) Speenhamland sistemine yönelik eleştirisine temel olarak bu çalışmadan yararlandı. Yoksullara yardım, işverenlerin külfeti yerel yönetime yıkmak kaydıyla ücretleri olabildiğince düşük tutmak için uyguladıkları bir taktiktir, dedi. Arkadaşı Friedrich Engels gibi Marx da eskinin yoksulları koruma yasalarını feodal geçmişin kalıntısı olarak görüyordu.

Speenhamland’i eleştirenler tartışılmaz bir zafer kazanmış ve soldan sağa herkes onu tarihi çuvallamalar listesine dahil etmişti. Yirminci yüzyıla gelinene dek Jeremy Bentham, Alexis de Tocqueville, John Stuart Mill, Friedrich Hayek ve hepsinden de öte Karl Polanyi gibi saygın düşünürler onu yereceklerdi. Speenhamland, niyeti iyi de olsa, cehenneme giden yolun taşlarını döşeyen devlet programlarının tipik bir örneğini teşkil etti.

150 Yıl Sonra

Oysa hikâye tam da öyle değildi.

Tarihçiler 1960’lar ve 1970’lerde Speenhamland konulu Kraliyet Komisyonu Raporu’na yeniden göz attılar ve metnin büyük kısmının henüz veriler bile toplanmadan yazıldığını gördüler. Dağıtılan anket formlarından sadece %10’u doldurulmuştu. Dahası, yanıt seçeneklerinin tümü önceden sabitlenmiş olan sorular, yönlendirici nitelikteydi. Mülakat yapılanlarınsa hemen hiçbiri gerçekten yardımdan faydalananlar değildi. Kanıtlar aslında ağırlıklı olarak yerel elit kesimden, özellikle de yoksulların giderek zalim ve tembel bir hal aldığı yönünde genel bir görüşe sahip olan din adamlarından geliyordu.

Büyük oranda kurmaca olan Kraliyet Komisyonu Raporu, yeni ve amansız bir Yoksulları Koruma Yasası’na temel oluşturmuştu. Hatta Komisyon sekreteri Edwin Chadwick’in henüz araştırma başlamadan önce “kafasında tasarının olduğu” söyleniyordu. Ancak önceden bir miktar kanıt edinmeyi bilecek kadar da kurnazdı. Chadwick’in ayrıca görgü tanıklarına istediğini söyletebilmek gibi “takdire şayan bir yeteneği” vardı. Aynı Komisyon’dan bir üyenin dediğine göre tıpkı, “Bir çift ayakkabıdan leziz bir yahni çıkarabilen Fransız aşçı gibi.”

Araştırmacılar verilerin analizine fazlaca vakit harcamamışlar ama günümüzün iki araştırmacısının notlarına göre, “‘bulgularına’ ciddiyet kazandırmak için karmaşık bir ek bölümler yapısı” geliştirmişlerdi.Yaklaşımları 1960’lar ve 70’lerde Kanada ve ABD’de yürütülen titiz deneylerle en ufak bir benzerlik taşımıyordu (bkz. 2. Bölüm). O deneyler çığır açıcı ve kılı kırk yaran nitelikte olduğu halde, hemen hiç etki yaratmamış, Kraliyet Komisyonu Raporu ise sahte bilim temelli olduğu halde 150 yıl sonra Başka Nixon’ın eylem planını saptırmayı başarmıştı.

Yakın zamanda yapılan araştırmalar Speenhamland sisteminin aslında başarılı olduğunu ortaya koydu. Malthus nüfus patlaması konusunda yanılıyordu. Patlama esasen giderek artan çocuk işçi talebiyle ilintili olabilirdi. O dönemde çocuklar ayaklı kumbara gibiydi, kazandıkları paraysa ebeveynleri için bir çeşit emeklilik yatırımıydı. Bugün bile nüfus yoksulluktan kurtulduğunda doğum oranları düşüyor ve insanlar geleceğe yatırımın farklı yollarını buluyorlar.

Ricardo’nun analizi de eşit derecede hatalıydı. Speenhamland sisteminde yoksulluk kapanı diye bir şey yoktu ve ücretli çalışanların, kazançları artsa bile ödeneklerini – en azından kısmen– almayı sürdürme hakkı vardı. Aynı şekilde, temel gelir yoksulluk yaratmamış, aksine sıkıntıların en akut olduğu bölgelerde benimsenmişti. Kırsal kesimdeki hoşnutsuzluğu tetikleyense 1819’da, tesadüf o ki David Ricardo’nun tavsiyesi üzerine, savaş öncesi altın standardına dönme kararıydı.

Marx ve Engels de yanılgı içindeydi. Toprak sahipleri arasında eli iş tutan işçiyi kendine çekme yönünde onca rekabet varken, ücretler kolayca düşürülemezdi. Üstelik, modern tarih araştırmaları Speenhamland sisteminin etki alanının varsayılandan daha sınırlı olduğunu ortaya çıkardı. Sistemin uygulanmadığı köyler de, altın standardına, kuzey endüstrisinin gelişimine ve harman makinelerinin icadına eşlik eden zorlukların aynısını çekiyordu. Kelimenin tam anlamıyla otu samandan ayırmaya yarayan harman makineleri bir çırpıda binlerce işi yok etmiş, ücretlerin düşmesine neden olarak, yoksul yardımı maliyetinde artış yaratmıştı.

Tüm bunlar olurken, tarımsal üretimin istikrarlı yükseliş trendi hız kaybetmemiş, 1790 ile 1820 arasında üçte bir oranda artmıştı. Yiyecek hiç olmadığı kadar boldu ama İngiliz nüfusunun gitgide azalan bir kısmının gücü yiyecek satın alımına yetiyordu. Tembel olduklarından değil, makineye karşı yarışı kaybettiklerinden.

Rezil Bir Sistem

Speenhamland sistemi 1834’te kalıcı olarak yürürlükten kaldırıldı. Temel gelir olmasa muhtemelen daha erken gerçekleşecek olan 1830 ayaklanması, ilk nakit aktarım denemesinin kaderini mühürledi ve yoksullar yoksullukları yüzünden suçlandı. İngiltere daha önceden milli gelirinin %2’sini yoksullara yardım için kullanırken, rakam 1834’ten sonra %1’e düştü.

Yeni Yoksulları Koruma Yasası “kamu yardımı”nda dünyanın belki de görüp göreceği en rezil yöntemi getirdi. Tembellik ve ahlak bozukluğunu gidermede tek etkili çare olarak düşkünlerevini gören Kraliyet Komisyonu, yoksulları taş kırmaktan ayak değirmeninde yürümeye, çeşitli işlerde duyarsızca köle işgücüne zorladı. Bu arada yoksullar açlık çekmeye başladı. Öyle ki Andover kasabası düşkünlerevi sakinleri gübre için öğütmeleri gereken kemikleri kemirmek zorunda kaldı.

Düşkünlerevine girişte eşler birbirinden ayrılıyor, çocuklarsa bir daha görülmemek üzere ebeveynlerinden alınıyordu. Kadınlar gebeliğe karşı önlem olarak açlığa mahkûm ediliyordu. Charles Dickens yoksulların bu dönemde çektiği kahırları anlatarak ün kazandı. Oliver Twist oğlan çocuklarına günde üç öğün yulaf lapası, haftada iki soğan ve pazar günleri ince bir dilim ekmek verilen bir yoksullar evinde, “Ne olur efendim, birazcık daha verin,” diyordu. Yoksullara yardım bir kenara, işverenlerin ücretleri acınası derecede düşük tutmasını sağlayan esas şey, düşkünlerevi denen bu rezil yerlerdi.

Bu arada Speenhamland efsanesi serbest ve kendi kendini düzenleyen piyasa fikrinin yayılmasında hayati bir rol oynadı. İki çağdaş tarihçiye göre bu efsane “yeni ortaya çıkan siyasal ekonomi biliminin ilk büyük politika fiyaskosunu örtbas etmeye” yaradı. Ricardo’nun altın standardı takıntısının ne denli öngörüsüz olduğu ancak Büyük Buhran’dan sonra anlaşıldı. Kendi kendini düzenleyen, kusursuz piyasa fikrinin bir yanılsama olduğu nihayetinde görüldü.

Buna karşılık Speenhamland sistemi, yoksullukla mücadelede etkin bir araçtı. Baş döndürücü bir hızla değişen bir dünyada insanlara emniyet sağlıyordu. Daha sonra yapılan bir araştırma, “Bırakın kısıtlayıcı olmayı, muhtemelen ekonomik büyümeye katkı sağlamıştı,” sonucuna vardı. Hatta Cambridge Üniversitesi tarihçilerinden Simon Szreter yoksullukla mücadele mevzuatının İngiltere’nin bir dünya süpergücü olarak yükselişinde etkili olduğunu öne sürüyor. Szreter’e göre eski Yoksullara Yardım Yasası ve Speenhamland sistemi, işçilerin gelir güvenliğini ve mobilitesini artırarak, İngiliz tarım endüstrisini dünyanın en etkin endüstrisi haline getirmişti.


Önceki gönderi Sonraki gönderi