Gen


Yazar: Siddhartha Mukherjee
Çeviri: Cem Duran

Sayfa: 9-12

Bu kitap bilim tarihindeki en güçlü ve tehlikeli fikirlerden birinin doğuşu, gelişimi, etkileri ve geleceğiyle ilgili. Kalıtımın ve canlılardaki tüm biyolojik bilginin temel birimi olan “gen”le ilgili.

Yukarıdaki “tehlikeli” sıfatını bilerek kullandım. Üç büyük bilimsel fikir 20. yüzyıla şekil vermiş, geçen yüzyılı üç bölüme ayırmıştır: atom, bayt ve gen. Bunların üçü de bir önceki yüzyılda filizlenmeye başlamış, fakat asıl 20. yüzyılda dal budak salmıştır. Üçü de hayatlarına muğlak bilimsel kavramlar olarak başlamış, sonra büyüyerek çeşitli bilim kollarını ellerine geçirmiş, bu arada kültürü, toplumu, politikayı ve dili dönüştürmüşlerdir. Fakat bu üç fikir arasındaki en temel paralellik kavramsaldır: Her biri daha büyük bir bütünün temel yapıtaşıdır. Atom maddenin, bayt (veya bit) sayısal bilginin, gense kalıtsal veya biyolojik bilginin yapıtaşıdır.

Peki büyük bir yapının en küçük yapıtaşı olma özelliği, bu fikirlere neden böylesine büyük bir güç bahşetsin? Cevabı basit: Çünkü madde, bilgi ve biyoloji, özleri itibarıyla hiyerarşik bir organizasyona sahiptir. En küçük parçayı anlamadan bütüne hâkim olamazsınız. Şair Wallace Stevens dildeki derin yapısal gizemi kastederek şöyle diyor: “Parçaların toplamında, parçalar vardır yalnızca.” Bir cümlenin anlamını çözmek için her kelimenin anlamını bilmeniz gerekir, ama cümle tek tek kelimelerin anlamlarından daha fazla anlam taşır. Bu durum genler için de geçerlidir. Bir organizma genlerinden çok daha fazlasıdır elbet, ama organizmayı anlayabilmek için önce genleri anlamanız gerekir. Hollandalı biyolog Hugo de Vries 1890’larda gen kavramıyla karşılaştığında, bu fikrin doğayı kavrayışımızı sil baştan şekillendireceğini o anda anlamıştı. “Bütün organik dünya, görece az sayıdaki faktörün sayısız farklı kombinasyon ve permutasyonunun sonucudur. . . . Nasıl ki fizik ve kimya açıklamalarını moleküllere ve atomlara dayandırıyorsa, . . . biyolojik bilimler de canlılar dünyasındaki olguları açıklamak için . . . bu birimleri [genleri] anlamak zorundadır.”

Atom, bayt ve gen. Her biri kendi sistemlerinde yepyeni bilimsel ve teknolojik idrak kapıları açmıştır. Maddenin atomik doğasına başvurmaksızın maddenin davranışlarını –elmas niye parlar, hidrojen oksijenle niye yanar– açıklayamazsınız. Bilgisayarların karmaşık mantığını –algoritmaların doğasını, verilerin saklanışını– sayısal verinin temel birimini kavramadan anlayamazsınız. 19. yüzyılda bir bilim insanı, “Simyanın kimyaya dönüşmesi için temel biriminin keşfedilmesi gerekmiştir,” diye yazmıştı. Aynı şekilde, bu kitapta iddia ettiğim üzere, gen kavramını idrak etmeden canlıların veya hücrelerin biyolojisini yahut evrimi –ya da insan patolojisini, davranışlarını, mizacını, hastalığı, ırkı, kimliği ve yazgıyı– anlamak mümkün değildir.

Burada başka bir mesele daha var. Atomu anlamadan maddeyi manipüle edemezdik. (Ve maddeyi manipüle edemeden atom bombasını icat edemezdik.) Genleri anlamamız sayesinde de eşi benzerine rastlanmamış bir güç ve hassasiyetle organizmaları manipüle etme imkânına kavuştuk. Gördük ki genetik kodun doğası aslında son derece basit: Kalıtım bilgimizi taşıyan yalnızca tek bir molekül ve tek bir kod var. “Kalıtımın temel unsurlarının böylesine olağanüstü basit olduğunu görünce, doğanın her yönüyle kavranabilir olabileceği yönündeki umudumuz da güçlenmiş oldu,” diye yazmıştı ünlü genetikçi Thomas Morgan. “Doğanın o dillerden eksik olmayan esrarengizliğinin bir yanılsama olduğu bir kez daha ortaya çıktı.”

Genlere hâkimiyetimiz öyle bir noktaya ulaştı ki onları artık yalnızca deney tüplerinde değil, insan hücrelerindeki doğal ortamlarında da inceleyebiliyoruz. Genler kromozomların üstündedir. Birbirine zincirlenmiş on binlerce geni barındıran upuzun ip gibi kromozomlar ise hücrelerin içine gömülüdür. İnsan hücrelerinde 23’ü anneden, 23’ü babadan gelen toplam 46 kromozom bulunur. Bir organizmanın taşıdığı genetik talimatların bütününe “genom” denir. (Genomu tüm genlerin ansiklopedisi gibi düşünebilirsiniz.) İnsan genomu yaklaşık 21 ila 23 bin gen içerir. Bu genler insan yapım, onarım ve bakım talimatnameleridir. Son yirmi yılda genetik teknolojiler o kadar hızlı ilerledi ki bu genlerin nasıl birlikte çalıştığını çözebiliyor, bazı genlerin işlevlerini değiştirecek müdahalelerde bulunabiliyoruz. Böylece insanın fizyolojisini, dolayısıyla insanı değiştirebilir hale geldik.

Açıklayabilmekten manipüle edebilmeye geçiş, genetiğin yalnızca bilimin konusu olmakla kalmayıp tekniğin de konusu haline gelmesi demektir. Genlerin insanın kimliğini, mizacını veya cinsel yönelimini nasıl değiştirdiğini anlamak başkadır, genleri değiştirerek kimliği, mizacı veya cinsel yönelimi değiştirmek bambaşka. Birinci konu, psikoloji departmanındaki profesörleri ve komşu nörobilim departmanındaki meslektaşlarını ilgilendirir. İkincisiyse hepimizi. Ben bunları yazdığım sırada, bazı organizmalar diğer organizmaların kalıtsal özelliklerini değiştirmeyi öğreniyorlar. O bazı organizmalar biziz. Sırf şu son üç-dört yılda bile, insan genomunu kasıtlı ve kalıcı olarak değiştirmeyi sağlayan pek çok teknoloji keşfettik. (Gerçi bu “genom mühendisliği” teknolojilerinin güvenliğini ve her seferinde aynı sonucu verip vermeyeceğini henüz yeterli kesinlikte test etmedik.) Aynı zamanda bir insanın gelecekteki yazgısını tahmin etme becerimiz de çarpıcı biçimde arttı. (Gerçi bu teknolojilerin gerçek tahmin kapasiteleri belirsizliğini korumaya devam ediyor.) Artık insan genomlarını şunun şurasında birkaç yıl önce tasavvur bile edemeyeceğimiz şekilde “okuyabiliyor” ve “yazabiliyoruz”.

Bu iki olayın bir araya gelmesinin dipsiz kuyuya balıklama atlamaktan farkı olmadığını görmek için moleküler biyoloji veya felsefe diploması gerekmez. Bireysel genomlara kodlanan yazgıyı okuyabilirsek (bunları kesinlik değil de sırf ihtimal olarak bile öngörebilsek) ve bu ihtimalleri kasıtlı olarak değiştirebilecek teknolojiye ulaşırsak (bu teknolojiler verimsiz ve hantal bile olsa) geleceğimiz şu ankinden çok daha farklı olacak demektir. George Orwell, bir eleştirmen “insan” kelimesini kullandığında genelde kelimenin içini boşalttığını yazmıştı. Ben de şöyle dersem abartmış olmam sanırım: İnsan genomunu anlama ve manipüle etme kapasitemiz, kafamızdaki “insan” mefhumunu da değiştirecektir.

Atom, modern fiziğin üstüne bina edildiği kavramdır. Madde ve enerjiyi kontrol etme hayaliyle bizi heyecanlandırır. Gen de modern biyolojinin üstüne bina edildiği kavramdır. O da bedenlerimizi ve yazgılarımızı kontrol etme hayaliyle bizi heyecanlandırır. Genin tarihinin sayfalarını çevirirken, “ebedi gençlik hayalini, bahtı aniden tersine döndüren Faustyen mitosu, ve asrımız insanının kusursuzluk ülküsünü” görürüz. Kendi kullanma kılavuzumuzu okuyabilme arzumuzu da bunlara ekleyebiliriz. Hikâyemizin merkezinde de işte bunlar yer alıyor.

 


Önceki gönderi Sonraki gönderi